Batum İzlenimleri -2-
Önceki yazımızda Piazza Meydanı’nda kalmıştık. Arkadaşım Ahmet’le Avrupa Meydanı diye meşhur olan Medea Heykeli’nin de bulunduğu caddeye geldik. Medea Heykeli 2007 yılında heykeltraş David Khmaladze tarafından yapılmış. Epeyce yüksek olan bu heykel birçok yerden görülebiliyor. Burada bir çay molası verdik. Porselen demlik ve fincanda gelen çayın tadı size biraz tuhaf gelebilir. Ama içimi güzel olan bu çay tahmin ettiğimiz kadar pahalı değildi.
Vakit ilerledikçe yol yorgunluğunu iyice hissediyordum. Ama yine de mecalim el verdiği sürece de dolaşmak istiyordum. Ziyadesiyle merak ettiğim Alfabe Kulesi’ne doğru yürümeye başladık. Giderken yolda gökdelenin hemen yanından oldukça eski, bakımsız binalar da görüyordum. Kentsel dönüşüm demek ki buralara daha uğramamış mı desem yoksa arazi sahibi müteahhitlerle anlaşamadı mı desem bilemedim!
Yandaki fotoğrafta da görüleceği gibi şehrin meydanlarında birbirinden farklı ve güzel heykeller arz-ı endam ediyor ama bunun yanında eski binaların bakımsızlığı da gözlerden kaçmıyor.
Alfabe Kulesi’ne geldiğimizde sanki bilim adamlarının özel araştırmalarını yaptığı bir mekana gelmiş gibi hissedebilirsiniz. DNA sarmalını anımsatan mimarisi, üzerindeki küre… Hakikaten çok başarılı bir mimari eser. 2012’de yapılan Alfabe Kulesi 130 metre uzunluğunda. Dünyada şu anda kullanılan 12 alfabeden birisi olan ve kökeni 5. Yüzyıla kadar dayandığı söylenen Gürcü Alfabesi’ndeki 33 harfin görülebildiği bu kulenin yukarısındaki küre restoran olarak düşünülmüş. Yine bu kulede TV stüdyosu da bulunuyormuş. Hem gündüz hem de gece gördüğüm bu kule harikulade bir eser. İspanyol mimar Alberto Domingo Cabo tarafından yapılan bu kuleyi muhakkak görmenizi tavsiye ederim. Gürcü halkı için çok önemli bir şahsiyet olan İlia Çavçazadze’nin heykelini gördük. Yine o’nun adıyla anılan tiyatro binasının arkasındaki parka bakan Çavçavazde 20. Yüzyılın başlarında (1907) vefat etmiş. Gürcüler’in edebiyat alanında en önemli adamlarından birisidir.
Batum sokaklarında gezerken dikkatimi en çok çekenlerin başında trafikte seyreden araçlar geliyordu. Çünkü araçların çoğu çok lükstü. Türkiye’de Şahin, Broadway neyse burada da on beş yirmi yaşlarındaki Mercedes, BMW gibi araçlar aynı denilebilir. Yurtdışından gelen araçların bir kısmının direksiyonu sağda bir kısmı solda olduğundan ve Batum bazı ülkelerin çöplüğü sayılabildiğinden her türden aracı, yan yana giderken birinin direksiyonun sağda
birinin solda olduğunu görebiliyorsunuz. Trafik kurallarına çok riayet ettiklerini söylemek mümkün olmasa da Türkiye’den en önemli farklarından birisi yayaya olan saygıdır. Daha doğrusu mecburiyetten kaynaklı saygı diyebiliriz. Yaya yola adım attığında araçlar durmak zorunda. Polis özellikle bu hususa dikkat etmeyen şoförlere ciddi cezalar yazabiliyormuş. Beni daha şaşırtan ise araçların çoğunun çok uzaktan fark edilebilen hasarlı oluşlarıdır. Ülkemizde bırakınız ağır hasarı az bir eksikte bile trafiğe çıkamazsınız. Ama Batum’da çok da önemsenmiyor bu kaporta problemleri. Mesela yukarıdaki araç trafikte rahatlıkla gezebiliyor. Ne trafik polisi durduruyor ne de insanlar şaşkınlıkla bakıyor. Alışmış yani orada yaşayanlar. Ben üç gün boyunca hayretler içerisinde bu yaralı-bereli araçları seyrettim.
***
İlk günün sonunda Benze’de kaldım. Benze’ye dönüşte harika bir bina göz kırpıyor. Kültür merkezi gibi işlevi olan bu binada opera, bale, konser gibi faaliyetler oluyormuş. Ben sadece gidip-gelirken gördüm. Taksi ücreti genelde 10 Lari’dir. Minibüs ise 40 Tetri. Yani Türk parasıyla sadece elli kuruş.
Sahilin hemen kenarında hizmet veren teleferik Batum’a ayrı bir renk katmış. Teleferikle Batum’u seyretmek gerçekten güzeldi. Lakin tepeye çıkarken güzellikle çirkinliği, eskiyle yeniyi görünce şehrin ışıltılı görünüşünün hemen yanında, arkasında varoşu görmek şaşırtıyor insanı.