Dolar 32,4256
Euro 34,4563
Altın 2.486,52
BİST 9.679,80
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Aksaray 28°C
Parçalı Bulutlu
Aksaray
28°C
Parçalı Bulutlu
Çar 28°C
Per 25°C
Cum 21°C
Cts 20°C

Biz Öğrenciyken

25 Kasım 2016 17:08

Büyüklerimiz, “biz eskiden, ya da ben senin yaşındayken…” diye başlayan cümlelere başladığında güler, anlamlı anlamlı bir birimize bakarak; “yine başlayacak” diye gülümserdik.

Ama gel gör ki biz de şimdi büyük olduk. Her anlamlı günde, anda, durumda bize bizim dönemimizi anımsatan anılara gidiyoruz. Sanki bizim zamanımızın daha iyi olduğundan biz de tıpkı kendi büyüklerimiz gibi emin oluyoruz. Bunu da şimdiki zamanla karşılaştırmadan, kendimizden örnekler vermekten hiç vaz geçemiyoruz.

Bu nedenle ben de bir nostalji serisi daha yapmak istedim. “Daha” diyorum; çünkü bu serinin Aksaray konulusunu yapmıştım. Şimdiki seri ise özel durum ve zamanlara ait olacak. Örneğin okulların açıldığı bu dönem BİZ ÖĞRENCİYKEN adında… Sonra bayramlarımız, yıl başı dönemleri olabilir. Bakalım onu zaman gösterecek.

Biz öğrenciyken; okulu ve arkadaşlarımızı özlerdik. Çünkü sanırım yapılacak daha iyi bir şey yoktu bizim için.

Biz öğrenciyken; ilk gün okula gidilir, malzeme listesi alınır, kitapçıdan dönüşte evin ortasına yayılır. Kitaplar mavi, defterler kırmızı jelatin kağıdıyla kaplanır, birimiz tutar, birimiz “seloteyp” dediğimiz bantla yapıştırırdık.

Defterlerin birinci sayfası boş bırakılır, oraya en süslü yazımızla ne defteri ise onun adı yazılırdı.

Okula girişte müdür veya muavinler saçımızı, etek ve ökçe boyunu kontrol ederdi. Bir çok erkek arkadaşımızın saçı makasla “tren yolu” dediğimiz biçimde kapıda traş edilirdi.

Sınıflardaki kara tahtaya boyumuz yetmezse öğretmenimiz kucağına alarak yazdırırdı. Başarılı olursak başımıza limon kolonyası ödülü alırdık.

Ayrıca annelerimiz, öğretmenlerimiz bize hediye etsin diye sınıfa desteyle kalem veya kutu kutu şeker hediye ederdi.

Biz hiç servisle okula gitmedik. Annelerimizle de sadece ilk okul birde ilk gün gittik. Ama kar yağdığında çantamızı kayak yaparak, kaya kaya okula gitmişliğimiz olmuştur.

Teneffüslerde mutlaka şarkılı oyunlar oynardık. Kol kola girip volta atarak teneffüs yaptığımız dönemler orta okul ve lise yıllarına rastlar.

Saçlardaki kordela ve yakamız kolalı olurdu. Sabahları öğretmenimiz temizlik yoklaması yapardı. Bu yoklamada ellerimiz mendillerimizin üzerinde beklerdik sıranın bize gelmesini. Eğer mendilimizi unuttuysak öğretmenimiz hep şöyle kızardı; “burnun akınca koluna mı sileceksin?”

E tabi o zamanlar henüz kağıt mendil, ıslak mendil gibi kolaylıklarla tanışılmamıştı.

Sırt çantalarımız yoktu. Evrak çantasının biraz küçüğü ve kırmızısı, sarısı olan çantalar genellikle elde taşınırdı. Sonraları arkasına metal halka ve taşıma kordonu koydukları sırt çantaları da çıkmıştı.

Orta okulda klasör dediğimiz taşıma modeli, lisede sadece kitap defteri elimize alıvermek şekline dönüşürdü.

İlk okul bire başladığımızda ders araçlarımız arasında beyaz fasulye olurdu. Bu fasulyeleri annelerimizin diktiği keselere koyardık. Matematik derslerinde kullanırdık. Ayrıca çöpten, (iğde veya söğüt dalından özenle yapılırdı,daha sonraları naylon çubuklar halinde satılmaya başlandı) aynı boyda desteler yaparak iple bağlardık. Öğretmenimiz derse girmeden önce sarı sayfalı matematik defterimizi, destemizi, ve fasulyelerimiz masamıza koyarak, kollarımızı bağlayıp beklerdik. Bu derse hazır olduğumuzun göstergesiydi. Sarı sayfalı matematik defterleri daha sonraları kareli deftere bıraktı yerini.

Cuma günleri yazı dersimiz olurdu. Bu derse de öğretmenimiz gelmeden tahtaya belli aralıklarla çizgiler çizerdik. Bu çizgileri iki arkadaşın gergin tuttuğu pamuklu ipe, bir diğer arkadaşın kuvvetlice sürdüğü tebeşirle yapardık. Bu tebeşir sürülmüş ipi gergin olarak tahtaya tutar, ortasında hafifçe çekip bıraktığımızda tahtaya bıraktığı izle elde ederdik.

Aynı yöntemle müzik dersine girmeden önce de tahtaya porte çizgisi çizerdik.

Yaramazlık yapanlar, başkan tarafından küçük kağıtlara listelenir, öğretmene verilirdi .Öğretmen de onlardan başlayarak çarpım tablosunu okutmaya başlardı. Bize de “belki sıra gelmez” diye bir ümit doğardı.

Bize de süt dağıtılırdı. Bu süt; süt tozundan elde edilmiş, kötü bir lezzete sahip olduğundan hiç içilmez, sınıfımızın ahşap tabanının aralıklarından, bodruma dökülürdü. Ama o süt saatinin gelmesini nasıl beklerdik. Demir sürahilerle metal kupalarımız tek tek dökülürken, pek bir eğlenirdik.

Aile bilgisi dersimiz vardı. O derste düğme dikmekten, çay pişirmeye kadar öğrenmiştik. Malzemeleri getirir, sınıfta uygulamalı olarak öğrenirdik.

Bizim laboratuarlarımız, resim ve müzik salonlarımız, işliklerimiz, soyunma odalı spor salonlarımız yoktu. Ama sınıfta alçıdan heykelcikler, seçim sandığı kurarak demokrasinin nasıl işlediğine, hatta kurbağa keserek tabiat bilgisi derslerine kadar her şeyi öğretmişti bize öğretmenlerimiz.

Yıl sonu müsamereleri ve pikniklerimizin yanı sıra,toplu fotoğraf çektirme,sınıf albümleri yapma,anı defterleri tutma gibi sosyal işlerimizi de hiç ihmal etmezdik.

Karneler, tüm belgeler italik yazıyla çok özenilerek elle yazılır, tüm gösteri kostümlerimiz annelerimize diktirilir, bayramlarda sınıfları kendi yaptığımız kağıttan süslerle süslerdik.En keyifli kısmı balonları şişirmek ve  yanlışlıkla(!) patlatmaktı…

Şimdi bizim kuşaktan olmayanlar, o televizyonsuz, bilgisayarsız, elektroniksiz devrin nesinin güzel olabileceğini algılayamamakta haklılar. Ama biz boynumuza astığımız ipe takılı kalemtraşlarla, evin anahtarıyla, ortası delinip ipe  geçirdiğimiz silgi kolyeyle okula giderdik de kimse kimseyle alay etmezdi. Naylon ayakkabılı arkadaşa, (marka giysinin ne olduğundan henüz kimsenin haberi olmadığından mı bilinmez) kimsenin bir aykırı bakışı olamazdı. Kimse zengin değildi ve hiç kimse fakir değildi. BİZ HEPİMİZ EŞİTTİK.

O sınıflarda Atatürk sevgisi göz yaşlarıyla anlatılırdı. Kimse Kürt değildi. Kimse Laz, Ermeni, veya Çerkes…… değil, hiç birimiz Sünni, Alevi değildik. Hepimiz SADECE VE SADECE ÖĞRENCİYDİK…

Babalarımızın mesleğini bilmez, sormazdık. Öğretmenlerimiz de bizi ailemizden dolayı sevmemezlik etmez, dışlamazdı. Kimsenin annesinin kapalı mı açık mı olduğu ile ilgilenilmezdi. O “özel hayattı” çünkü. “Tercihti.”

Belki de bu yüzden; bizim dönemimizde biz, hep BAŞARDIK.

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.