Dolar 32,4477
Euro 34,7127
Altın 2.472,07
BİST 9.530,47
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Aksaray 27°C
Parçalı Bulutlu
Aksaray
27°C
Parçalı Bulutlu
Per 25°C
Cum 24°C
Cts 21°C
Paz 23°C

Birlikte Yaşamak

31 Aralık 2017 10:14

Saygıdeğer ağabeyim, Mustafa Fırat Gül’ün aylar önce gönderdiği ve üzerine bir yazı yazmamı istediği kitabın incelemesini çok önce bitirmeme rağmen bir türlü okurlara sunabileceğim bir yazı hazırlayamadım. Açıkçası ilk denemelerimde yazdıklarım pek hoşuma gitmedi ve kendim beğenmediğim bir çalışmayı da başkalarına sunmayı pek içime sindiremedim. Sonunda, şimdi okuyacağınız yazıyı kaleme aldım, umarım yararlı bir iş çıkartabilmişimdir. Eser hakkında birkaç önemli bilgiyi siz değerli okurlarla paylaştıktan sonra asıl konuya gireceğim. Bu gecikmeden dolayı başta bana bu görevi veren Mustafa ağabeyim olmak üzere siz değerli okurlarımdan özür dilerim. Umarım yazdıklarımı zevk alarak okursunuz.

Sağ köşede kitabın kapağını görüyorsunuz.

Kitap, Bayan Melpo Merliye tarafından kurulan ve yönetilen Küçük Asya Araştırmaları Merkezi yayınlarından çıkmış, neredeyse on sene boyunca yayımlanamamış ancak 1970 yılında (Melpo Merlier) Melpo Merliye ve (Octave Merlier) Oktav Merliye’nin çabalarıyla basılmış.

Kitabın başlığı Aksaray-Gelveri bölgesinde dini yaşam; kitabın yazarları ise Selanik Üniversitesinden Profesör Dimitri Petropulos ile Küçük Asya Araştırmaları Merkezi yardımcılarından Hermolaos Andreadis. Eserin Fransızca önsözünü ve incelemesini ise (Melpo Merlier) Melpo Merliye ile (Aix-En-Provence) Eksanprovans Edebiyat Fakültesinden (Octave Merlier) Oktav Merliye kaleme almışlar.

Eser üç bölümden oluşuyor: Birinci bölümde kiliselerden, şapellerden ve ayazmalardan bahsediliyor. İkinci bölümü dini ritüeller, kutsal mekanlara düzenlenen haclar ve benzeri konular oluşturuyor. Üçüncü ve en son bölümde ise sene içindeki kutsal günlerden, Noel ve Paskalya gibi yortulardan söz ediliyor.

Kapadokya ve özellikle Aksaray’da bulunan helenizmin izleri üzerine yapılan uzun ve zorlu bir çalışmanın meyvesi olan bu eser gerçekten bölgemiz ve insanlarımız hakkında birçok ilginç ve önemli bilgiyi bizlere aktarıyor. Ben okurken beni şaşırtan birçok şey öğrendim; öğrenirken hem keyiflendim hem hüzünlendim ve okumakta olduğunuz konuyu seçtim.

Kitap insanbilimi (yani antropoloji), kazıbilimi (yani arkeoloji) ve biraz daha zorlarsak dinbilimi (yani teoloji) üzerine ama ben okurken sadece bizim değil bütün dünyanın unuttuğu bir şeyi hatırladım: Birlikte yaşama olgusunu. Evet, günümüz dünyasında özellikle son zamanlarda en çok ihtiyacımız olan şey birlikte yaşamayı öğrenmek. Umarım bu yazdıklarım, son günlerde daha da kutuplaştırılan milletimizin bir nebze olsun birlikte yaşama isteğini artırır ve birlikte yaşamaya bir darbe vuran herkese ders olur. Aslında ders benim yazdıklarımda değil, yüzyıl önce bu topraklarda hep beraber, kardeşçe yaşayan Müslüman ve Hristiyan Türkler ile Rumların yaşanmışlıklarında. Hristiyan Türkler ve Müslüman Türkler diye Türkleri ikiye ayırdım çünkü eserde Hristiyan olan Karamanlı Türklerinden de çokça bahsediliyor ve çoğu insanın bilmediği önemli bir konuya değiniyor. Yazımın başında da bahsettiğim gibi bu konunun üzerinde durmayacağım çünkü daha sonra bu eser hakkında birçok yazı kaleme almayı düşünüyorum. Bu seferlik sadece konumuza uygun olan çarpıcı örnekleri sizlerle paylaşacağım.

Bu topraklarda yaşanmış ve örnek olarak alabileceğimiz bu kardeşlik ve birlikte yaşama sanatı üzerine örneklere geçmeden önce, fransızca önsözde, (Octave Merlier) Oktav Merliye’nin şu sözlerine yer vermek istiyorum: “Dünyanın güçlüleri (burada hiç şüphesiz batılı devletlerden bahsediyor) bu iki ulustan tarihî düşman diye bahsederler. Ama onlar için sadece evren tarihî düşmandı. Dinî hoşgörü, aralarındaki tutkuların sınırlarını siliyordu.” diyor ve şöyle ekliyor: “Böylesine imrenilesi bir örnek verebilmiş Kapadokya trogloditlerinin bu küçük kantonu, keşke Avrupa bu devletlerin işlerine karışmasaydı ve binlerce yıl içlerinde inanç, deneyim, ve düzeni barındıran bu insanları kendi halinde bıraksaydı.”

Bu topraklarda hep beraber yaşadılar, beraber dua ettiler, beraber adaklar adadılar ve evlenip çoğaldılar hatta gün geldi birbirlerinin kutsal mekânlarına sahip çıktılar evet bu eşi benzeri görülmemiş güzellikteki topraklarda böyle güzel insanlar hep birlikte kardeşçe yaşadılar.

1952 yılında Hermolaos Andreadis Helvadere’ye gittiğinde orada Türklerle evli Hristiyan kadınlarla karşılaştığını söylüyor. Dahası aralarından Marina adlı olanının ölümüne kadar Aziz Nikola Kilisesinin bakımını yaptığını, devamlı temizleyip mumları yaktığını anlatıyor.

1924 yılında Türkiye ile Yunanistan arasında mübadele olunca Mamasun’daki Rumlar Aziz Mamas’ın naaşını alıp götürmek istemişler ama Türkler “Burada bulundu, burada kalacak!” deyip karşı çıkmışlar ve Şamas Baba’ya yani Aziz Mamas’a Türkler adak adamaya devam etmişler. En dikkat çeken durum ise Mamasun’daki dervişlerin kilisenin yönetiminde söz sahibi olmaları.

Kurak günlerde yağmur yağdırmak için Müslümanlar ile Hristiyanların hep beraber yağmur duasına çıktıklarını da görüyoruz. Kadınların ve erkeklerin, Türklerin ve Hristiyanların yanı sıra küçük, büyük, hayvanların da bu ayinlere katıldıklarını, bir çocuğun elinde İlyas peygamberin ikonasını tuttuğunu da öğreniyoruz.

Hacca giden Hristiyan erkeklerin hatzi ve kadınların da hatzana diye çağırıldıklarını da öğreniyoruz aynı Türkçedeki hacı ve hacı ana gibi. Aralarındaki tek fark, Hristiyanlar Kudüs’e, Müslümanlar ise Mekke ve Medine’ye gidiyorlardı ama içlerinde aynı sevinç, aynı heyecan vardı. Üstelik hazırlıklar da birbirine çok benziyordu.

Hristiyan çocukların kutsal günlerde Türklerin de evlerine gittiklerini, çocukların hep beraber yiyeceklerini paylaştıklarını ve beraber şarkı söylediklerini; Türkler ile Rumların, Paskalya yortusundan kırk gün sonra Sivrihisar’da, yapılan ayinin hemen sonrasında hep beraber cirit oynadıklarını öğreniyoruz.

Örnekler böylece sıralanıp gidiyor, bu sayede bu topraklarda insanların bir arada çok güzel bir hayat yaşadıklarını öğrenmiş oluyoruz. Hem de ayrı dinden, ayrı ırktan olmalarına rağmen. Bu yüzden şunu söylemek istiyorum ki geçmişimize bakıp atalarımızdan biraz da olsa örnek alalım ve yeniden birlikte yaşamayı öğrenelim.

Başka bir yazıda buluşmak üzere; sağlıcakla kalın.

YORUMLAR

Yorumu Cevapla [ Yoruma cevap yazmaktan vazgeç ]

  1. Mustafa Fırat GÜL dedi ki:

    Devamı bekliyoruz kardeşim. Kalemine sağlık.