Post-heykeltıraşlık
Daha önceki bir yazımda omurganın önemine, günümüzde omurgalıların göze battığına dair birkaç şey ifade etmeye çalışmıştım.
Bugün de yine günümüzün marazlarından birisinden, “her şey benim dediğime göre olacak!” hastalığından bahsetmek niyetindeyim.
Malumunuz heykeltıraş mermer, taş, ahşap başta olmak üzere hiç akla gelmeyecek malzemeden heykel, anıt gibi eserler yapanlara denir. Dünyanın en eski mesleklerinden ve meşgalelerinden birisidir heykeltıraşlık. Bir de post-heykeltıraşlar var. Bunlar kadim değil; oldukça asridir. Özellikle seçilmişlerin bazılarında post-heykeltıraşlığa karşı bir özenti var. Adeta içlerindeki bu sanatçı(!) ruh “başkanım, başkanım” ya da “efendim siz bilirsiniz hatta en iyisiniz siz bilirsiniz” hitaplarını duya duya fırlayıveriyor ortalığa. Bir önceki başkandan yani makamda kendinden öncekinin gittiği gibi kendisinin de gideceğini ve eskiyeceğini düşün(e)meden kibrine yenilir gider…
Bir makamda bulunan kişi ister seçilmiş ister atanmış olsun eğer tevazuyu, hakkı, haddi bilmiyorsa mesele (sıkıntı) büyüktür. Kimseyi dinlemez. Sadece kendi doğrularına göre karar verir. Çünkü başkasının aklını beğenmez. Her şeyi kendisinin bildiğini zanneder. Her işe kendisi karar vermek ister. Yetki alanının dışındaki mevzulara bile gücünün yeteceğini, nüfuzunun oralara da ulaşacağını sanır. Bir nevi heykeltıraş gibi şekil vermenin derdindedir.
Pekâlâ bu post-heykeltıraşlar nasıl heykeller yapar derseniz yine şahit olduklarımdan yola çıkarak anlatayım.
Bir yönetici istisna haricinde en fazla beş yıl görev yapar. Vali, kaymakam genel itibariyle beş yılını doldurmadan başka bir yere tayin edilirken belediye başkanı ya da başkan yardımcısı beş yıl sonra makamlarını terk ederler. Zira mahkeme kadıya mülk değildir.
Hazreti Ömer’in tevazuundan dem vuran, Hazreti Ebubekir’in samimiyetini örnek almak gerektiğinden bahsedenler mahkemenin kadıya mülk olmadığı gerçeğini seçim öncesinde dilinden düşürmezler, seçmenleri etkilerler. (Az da olsa bazı seçmenler bu tiplere hiç teveccüh etmezler)
İşte böyle imandan, edepten, adamlıktan vs vs anlata anlata göreve gelmiş birisi birkaç ay “beyefendi” maskesini takmayı becerebildikten sonra sıkılmış ve indirmiş maskesini. Etrafındaki olaylara müdahil olmayı çok sevmiş. Haddini aşarak bilmediği işlere burnunu sokmuş. Kendisini “bürokrat” karşısındakini “zır cahil” zannederek ahkam kesmiş. Muhatabı ısrarla “ben yaptım olduyla hareket etmeye hakkınız yok” dese de burnu Kaf Dağı’nda gezinen çok bilmiş “asıl siz bir şey bilmiyorsunuz” diye kesivermiş sözü, yiyivermiş hakkı!..
Bu kural tanımaz ama kuralın âlâsını bir ben bilirim edasıyla hareket eden kişi cehaletin zirvesinden düşeceğinden habersizmiş.
Günümüzün her tarafa sirayet etmiş küstahlığı, cahil cesaretiyle birçok heykeltıraşlık denemesinin berbat olduğunu söylemeyenler yüzünden kendisinden bilgili olan ve kendisine eyvallah etmeyen mesai arkadaşını da diğerleri gibi şekillendirmek istemiş. Fakat umduğu gibi gitmemiş. Ezebilmek için her şeyi yapsa da netice nafileymiş. Güç bende diyerek çıkarak her şeyi yapabileceğini zanneden bu zavallının attığı taşlarla dürüst arkadaşımız kendisine şirin bir ev yapmış.
Sözüne göre Ebubekir, özüne göre ebucehil olan post-heykeltıraşın bu haksızlığını ve hadsizliğini duyanlar sövmekten alamıyorlarmış kendilerini. Bunu anlayan kişiyse makamından inince Allah’ın bir kulunun kendisine selam bile vermeyeceğini bildiği halde kibrinin esaretinden kurtulamamış.
Acaba bu gerçek hikayeyi okuyan kaç post-heykeltıraş elindeki çekici bırakıp da hakkı, haddi, ölümü, mahkeme-i kübrayı hatırlar sizce?
Sağlıcakla kalın.
post-heykeltıraş kelimesini ilk defa okudum. bu ifade size aitse yeni bir terim kazandırmışsınız demektir. tebrik ederim.