Hayaller ve Yaşlanmak
“Şakaklarıma kar mı yağdı ne var? Benim mi Allahım bu çizgili yüz? Ya gözler altındaki mor halkalar? Neden böyle düşman görünürsünüz, Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
Cahit Sıtkı Tarancı’nın şiiri daha çok canımızı yakmaya başladığında içimize bir acı çökerek başlayan duygular; yaş elliyi geçtiğinde yerini telaşa bırakır. Geç kaldık hissiyle…
Hayata yetişmeye çalışırken, yetişememenin ve geç kalmanın verdiği telaşla her şeyi çabuk çabuk ve yarım yarım yapmaya başlarız. Her gün olur olmaz kararlar vererek, kendimizi kandırarak, hatta bu kandırma olayında bir üst dereceye ulaşıp kendimiz kandığımız gibi çevremizi de inandırarak bu karar ve planlarımızı uygulamaya koyacağımızı ilan ederiz. Karavan alırız, yat alırız… Her şeye “eyvallah” deyip, en azından ülkemizi ve çevresini gezerek “gezgin” olmaya karar veririz.
Çiftlik kurup hayvanlarla ve tarımla uğraşmaya,inzivaya çekilmeye karar veririz. Sahile yerleşmeye , balık tutup, şehirden uzak yaşamaya karar veririz. Huzur evine maaşımızı bağışlayıp yerleşmeye karar veririz.
Kitap yazmaya, hayat birikimlerimizi satırlara dökmeye karar veririz. Spora başlamaya, dil öğrenmeye, bisiklete binmeye… Daha doğrusu kafamızda şimdiye kadar canlandırıp heves ettiğimiz ne varsa ona YETİŞMEYE çalışırız.
Oysa biliriz ki; buna ya ömrümüz, ya paramız, ya da hayat şartlarımız imkan vermeyecektir. Ya da gerçekten bunu mu istediğimizden kendimiz de emin olmadan. Yani bu hayale aslında çevremizde inandırmaya çalıştığımız yakınlarımız gibi ,kendimiz de inanamadan. Hani halk arasında deyimler vardır ya ,” esmese de yağar…” veya “kuru gürültü” gibi… Hatta bazen o kadar çok dillendiririz ki, artık bayatlar. Ne kendimize ne de çevremizdekilere dinletemez oluruz bu hayalleri… Bazen de gerçekleştiririz. Uzak ülkelere geziler yapanımız vardır. Döner dolaşır… Gelir oturur yine aynı şehre ve aynı hayata . Devam… Eski hayat “merhaba”…
Sahile gidip yerleşenler olur. Şehirde neyi var neyi yoksa satıp, o küçük yazlık yere gelmiştir. Herkes yaz sonunda kışlıklara dönüp de , nemli deniz soğuğu ve aşırı yağışlarla, tek tük kalmış insanlarla baş başa kaldığında, kendine yetemediğinde, sağlık ocağına eczaneye, markete gidemediğinde, araç kullanamadığında veya dolmuşlar artık çalışmadığında “eyvah” deyip de geri dönemeyen…
Parmaklarımızın bir kavanoz kapağı bile açmaya gücünün kalmadığını anladığımızda, gözlerimizin uzağa ayrı, yakına ayrı gözlükler takmaya bizi zorladığında, olmayan saçlarımızdan inatla şekiller şemaller beklediğimizde ve olmayan dişlerimizle bir elmayı yemeye çalıştığımızda anlarız ki; ne bu bacaklar artık bizi bir yerlere götürebilir, ne de adını unuttuğumuz yüzünü çıkaramadığımız insanlar bize katlanabilir… Unutkanlığımızın da , bacaklarımızın kollarımızın güçsüzlüğünün tedavisi , ilacı yoktur.
“Ah ne kadar da hoşsunuz, sizi bildik bileli hiç değişmemişsiniz” sözleriyle avutuluyorsanız… Selada, facede birer birer akranlarınızın hakka yürüdüğünü duyuyorsanız; size kötü bir haberim var:
Y A Ş L A N D I N I Z !