Ben Ahmet
Ben şiir okumasını çok severim, özellikle de dîvân şiirlerini… Şiirlerle duyguya girer, dakikalarca tefekkür edebilirim… Şairin o beyti söylerken ne hissettiğini, onun yerine kendimi koyarak anlamaya çalışırım. Şiire ve şairlere merak saldığım gibi şairliğe de merak salmışımdır. Bu yüzden şiir yazmasını da çok severim. Peki, becerebiliyor muyum? Orası okurlarımın takdirinde…
…
Herkesin kendine ait bir imzası olduğu gibi her yazarın da kendine ait bir tarzı vardır. Ben kitaplarıma şiirlerimden serpiştirmeyi adet edindim. Bu benim tarzım.
…
Hasan Cankurt ile ortak yazdığımız, Mehmet Âkif Ersoy’un Kocakarı ile Ömer şiiri üzerinde çalıştığımız Kocakarı ile Ömer (İnceleme-Piyes) adlı eserimizde inceleme kısmı ile şiirin aslının piyes hâli Sn. Cankurt’a ait olup; şiirin günümüz Türkçesiyle yeniden yorumlanıp şiirleştirilmiş piyesi ile nesir piyesi hâli de bana aittir. Biz bu eserde Mehmet Âkif Ersoy’un bir şiirini, şiir dinletilerinde sergilenebilecek piyesler hâline getirdik. Sergilemek isteyenler şiirin asıl halini yahut günümüz Türkçesiyle yorumlanarak yeniden şiirleştirilmiş yahut nesir halini kullanabilirler. Ve’l-hâsıl eserimiz, başlı başına şiir ile ilgilidir ve eserde, yorumlayarak günümüz Türkçesiyle yeniden yazdığım şiir de bulunmaktadır.
…
Dr. Mustafa Fırat Gül ile ortak yazdığımız Medfûn Ecdâd’a Meftûn Ahfâd adlı eserimizin içerisinde bulunan Somuncu Baba Şeyh Hâmid-i Velî için yazılan “Yanar Bir Öksü”; Molla Âzam Üstadü’l-Kull fi’l-Kull Şeyh Cemâleddîn-i Aksarâyî için yazılan “Bir Fatiha”; Külhânî Ali Baba için yazılan “Kor ve Kar” isimli şiirler ile Ulu Camii (Câmî-i Kebîr) için yazılan beyit de bana aittir.
Yâ câmî-i kebîr ve yâ menzîl-i kibâr
Menbâ-ı feyz-i Azîzî, o her pâren nûrbâr
Bu beytimi Üftâde hazretlerinin Bursa Ulu Camii için yazmış olduğu beytine nazire olarak yazdım:
Yâ câmi’al-kebîr ve yâ mecma’al-kibâr
Tûbâ limen yezûrüke fil-leyli ve’n-nehâr
Üftâde hazretleri Bursa Ulu Camii için “Ey Ulu Camii! Ey büyüklerin toplandığı yer! Seni gece ve gündüz ziyâret edene saadetler olsun” derken; ben de Aksaray Ulu Camii için “Ey Ulu Camii! Ey büyüklerin konakladığı yer! Sen Azîzî’nin feyz kaynağısın, çünkü senin her parçan nur şaçıyor” dedim. Azîzî ise benim mahlasım. Kısacası bu eserde şiirlerimi kullandım.
…
Elbette ilk eserim Somuncu Baba Sırr-ı Esrâr romanımın içerisinde de şiirlerimi görebilirsiniz. Şu an baskısı tükendiği için eski baskısından kontrol edebilirsiniz. Hatta romanımın otobiyografi bölümünün bir kısmı dahi şiirle yazılmıştır. Dedim ya bu benim tarzım! Otobiyografide kendimi şöyle tanıtmaktayım:
Ben Ahmet!
On bir Cemâziyelâhir’de doğan,
Dünyaya gözünü iki ay evvel açan,
Sabır ve tevekkülden bîhaber Ahmet.
Ben Ahmet!
Resulullah’ın gökteki ism-i şerifi ile çağırılan,
Ve bu ism-i şerif ile şereflenen,
Ona uyarak çokça hamdeden kul olmak isteyen,
Gitmek istediği bu yolda aşkla gitmeye çalışan Ahmet.
Ben Ahmet!
Tîn ve Zeytîn’den ikincisi,
Özünde Tîn gibi tatlı değil Zeytin gibi olan,
Aşk salamurasına giren,
Terbiyeye, tasfiyeye, tezkiyeye muhtaç olan Ahmet.
Ben Ahmet!
Ehlullah kapılarının bendesi,
Ahi, O sultanların bizden eksilmesin nefesi,
Bize de olur mu ki himmetlerinin bir zerresi?
…
Hatta bu tanıtma tarzını romanlarımda kullanmayı da tercih ettim ve hâlen hazırlamakta olduğum Serdâr-ı Bağdâd-ı Ân Aksaraylı Genç Osmân ve Tillo; Kubbetü’l-Aşk adlı romanlarımın ikisinde de kullandım. Bu romanlarda kullandığım şiirlerimi zaman zaman facebook ve instagram hesaplarımdan da paylaştım.
…
Serdâr-ı Bağdâd-ı Ân Aksaraylı Genç Osmân adlı romanımda Genç Osman’ı anlatan kişi Genç Osman Destânı’nı yazan Kayıkçı Kul Mustafa’dır. Romanımda Kul Mustafa kendini şöyle tanıtır:
Ben Mustafa!
On yaşında ana-babasından devşirilen
Ve kardeşlerinden ayırılan,
Müslüman bir aileye verilip Müslüman gibi yetiştirilen,
Ve Müslüman olup adını Mustafa olarak değiştiren
Mustafa!
Ben Mustafa!
Garp Ocaklarında yetişen,
Anasını, babasını özledikçe dalgalara sarılan,
Kardeşlerinin elleri yerine, küreklerine sımsıkı tutunan
Kayıkçı Mustafa!
Ben Mustafa!
Cezayir’e devşirilip
Gazi Murad Reis’e verilerek deryaya atılan kapıkulu,
Yedi İklimin Padişahları olan
Devlet-i Aliyye’nin Sultanlarının sadık kulu,
Ve İki Cihân’ın Yegâne Sahibi Hakk Teâlâ’nın talihli kulu
Kul Mustafa!
Ben Mustafa!
Yeniçeri ortalarında, levend kahvehanelerinde
Ve bozahanelerde
Ve dahi serhad kalelerinde
Deyişleri okunup söylenen,
Çöğür’ünü çalarak kendi dahi söyleyen,
Bağdâd Fatihi Sultan Murad Hân’ın sâzendesi,
Serây-ı Hümâyûn’unun dahi nazendesi,
Ve dahi sultanının gözü kara bendesi
Deyişçi Kara Mustafa!
Ben ki her ne söylediysem cümlesini, gönlümdeki süveydadan söyledim ki böylece derûnumdakileri aşikâr eyledim. Balımı sırlamadım, peteğimden olduğu gibi akıttım gönüllere ikram olsun diye. Malûmunuz olsun!
…
Tillo; Kubbetü’l-Aşk adlı romanımda ise İsmâil Fakîrullah hazretlerinin torunu ve İbrâhim Hakkı hazretlerinin ise talebesi olan Sultân Memdûh’un himmetlerine mazhâr olan Akka müdafaasıyla meşhûr Cezzâr Ahmed Paşa kendini şöyle tanıtır:
Ben Ahmed,
Hicretin on ikinci asrında, Bosna’da dünyaya gelen
Gençliğinde Bosna Valisi Hekimoğlu Ali Paşa’nın hizmetine girip
Onun ile Mısır’a giden,
Mısır’da memlûklerin arasına katılıp
Mısır beylerine kapılanıp
Mısır’ın idare yapısını öğrenen
Ve öğrendikçe güçlenen Ahmed.
Ben Ahmed,
Sultan III. Ahmed, Sultan Mahmud, Sultan III. Osman’ın
Ve Sultan III. Mustafa, Sultan Abdülhamid, Sultan III. Selim’in saltanatlarını gören
Ve Sultan III. Mustafa döneminde
Kahire Şeyhü’l-Beledi Ali Bey’in Buhayre Kâşifi Abdullah Bey’in,
Hunâdî bedevi aşiretine karşı yaptığı saldırıda
Abdullah Bey’in yanında çarpışan
Ve bu çarpışmada Beyi’nin ölümü ile Buhayre Kâşifliğine getirilen,
Ve devam eden çarpışmada Beyi’ni öldüren aşiretin mensuplarını
Develeri ile birlikte helak ederek
Düşmanına korku verip, meziyetlerini takdir ettiren
Ve böylece “Cezzâr; Deve Kasabı” lakabı ile şöhretlenen Ahmed.
Ben Ahmed,
Pek kısa zamanda pek büyük şöhret kazanan
Ama kazandığı bu şöhrete doymayan,
Kazandıkça daha da hırslanan
Hırslandıkça hırslanan
Ve önce Kahire Şeyhü’l-Beledi Bulutkapan Ali Bey’in
On sekiz has memlûkü arasına giren
Sonra da Beyrut ve Sayda Hâkimi Emîr Mansur’un ve Şam Muhafızı Osman Paşa’nın kapılarına kapılanan
Ve daha sonra da Beyrut Hâkimi Emîr Yûsuf tarafından
Beyrut Mütesellimliğine getirilen
Ve nihayetinde de Beyrut’ta Devlet-i Aliyye’ye olan sadâkatini bildiren
Osmanlı Memlûkü Cezzâr Ahmed.
Ben Ahmed,
Sultan III. Mustafa’nın Rumeli Beylerbeyi ve Karahisar Mutasarrıfı
Sonra Sultan Abdülhamid’in veziri
Ve Sayda Beylerbeyi ve Şam Beylerbeyi
Ve Devlet-i Aliyye’nin Emîrü’l-Haccı
Ve dahi Sultan III. Selim’in veziri
Ve Mısır Seraskeri ve Hicaz Seraskeri
Ve dahi Akka müdafaasıyla meşhur Akka Muhafızı Osmanlı Paşası
Cezzâr Ahmed Paşa.
Ben ki Mısır’ı, el-Ariş’i, Gazze ve Yafa’yı işgâl ederek
Yenilgi bilmeden Akka önlerine gelmiş
Ve Akka Kalesi’ni bir günde düşürüp bütün Doğu’yu işgal etmeyi amaçlayan
Ancak kaledeki bir avuç askerimle baş edemeyen
Ve kaleyi altmış dört gün boyunca kuşattıktan sonra
Geri çekilmek zorunda kalan
Otuz yaşlarındaki Fransız Napolyon Bonapart’a
Yenilgi acısını tattıran pîr-i fâniyim.
Ve dahi ben,
Mısır’ın, Şam’ın, Sayda’nın, Beyrut’un, Kudüs’ün ve Akka’nın yegâne hâkimi
Beylerbeyi Cezzâr Ahmed Paşa’yım.
Ben ki pîr yaşındayım.
Ki bu yaşa kadar onca beye memlûklük ettim.
Ancak Hakk’a memlûk olanın halini ne yazık ki daha yeni öğrendim. Veyl olsun bize!
…
Peki, ben bunları neden mi anlattım?
Hiiiç, öylesine…
Dedim ya, bu benim tarzım…
Yani bir nev’î imzam…
Bilin istedim…
Hepsi bu…
Allah’a hamd olsun bugünden önce de yaptım,
Allah izin verirse bugünden sonra da yapacağım…
…
Selâmetle kalın.