Dolar 32,3745
Euro 35,0121
Altın 2.324,37
BİST 9.079,97
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Aksaray 19°C
Hafif Yağmurlu
Aksaray
19°C
Hafif Yağmurlu
Cum 24°C
Cts 25°C
Paz 25°C
Pts 26°C

Mektup

11 Şubat 2016 23:36

İki binli yılların gençliği bilmez. Bir zamanlar “mektup” diye bir haberleşme aracı vardı. Yatılı okullarda, üniversite yurtlarında, askerde, hapishanede, gurbette yaşayan her kesin ve de sevgililerin heyecanla beklediği “postacı amcaların” getirdiği beyaz zarf içindeki o el yazısı haberleşme…

Hasret çekenlerin ucunu yaktığı, imza yerine rujla dudak baskısı, kurumuş gül, cep harçlığı, bir tutam saç, toka konulmuş, parfüm sıkılmış olanları… Gözyaşından ıslanarak mürekkebinin dağılmış kelimelerle okunması zorlaşmış olanları, içine fotoğraf konulmuş olanları, resim çizilmiş, ortasından ok geçirilmiş kalp ve şiir eklenmiş olanları… Açmadan önce zarfın sertliğinden “ne konulmuş olabileceğinin” tahmin zevki… Açıldıktan sonra gülünen, ağlanan, öpülen, koklanan, saklanan… Uğruna bir çok türkü yakılan…

Bir dönemin gençliği aşkını yazdığı mektubu bir arkadaşı aracılığıyla kız arkadaşına yollardı. Bu fedakar arkadaş bulunamazsa taşa sarar penceresinden içeri atardı. Ya da okulda, dışarıya asılan mantoların ceplerine konurdu. Öyle mektuplaşmadan flört edilemezdi. Zaten flört de mektuplaşmadan ibaretti. Ayrılınca bu mektuplar ve resimler iade edilirdi. Devam edilir de evlenilirse sandıklarda saklanırdı. Hepimizin bir hazine gibi sakladığımız aşk mektuplarımız durur ve ara sıra çıkarılıp okunarak gözlerimiz dolar. Şimdiki gençler için komik görünen bu durum; bizim için en romantik duygularımızın yaşandığı anlardır. Tıpkı albümlerin zaman zaman çıkarılıp bakılması gibi. Şimdi olmayan, yaşamayan nikah şahitlerimizin, nişan takan büyüklerimizin, çocuklarımızın doğum günlerindeki akrabalarımızın resimlerinin sararıp gittiği o albümlerin saklanması gibi…

Üniversite sonuçlarımızın, tayinlerimizin, resmi yazılarımızın geldiği sarı zarflar vardı. Kutlama kartları vardı. Bir gün gelip bu normal durumu gençlere anlatacağım, “nostalji olarak” yazacağım hiç aklıma gelmezdi o postacı beklediğimiz günlerde… Zil çalar, pencereden aşağı bakılır. “Kim o?” diye sorulur. O tanıdık ses yanıt verir; “posta!” O merdivenler nasıl inilir. Nasıl heyecanlanılır. Abladan gelmiştir, abiden gelmiştir. Anneanneden gelmiştir. Bir kişi sesli olarak okur. Anne dinlerken ağlar. Akşam babaya tekrar okunur. Anne yine ağlar. Sonra oturulur hep birlikte yanıt yazılır. Her kes ayrı yazar veya… Bir zarfa konur. Anne para verir. Postaneye götürülür. Memur pul verir. Pul yalanır. Ne hoş bir tat bırakır… Ya da ıslatma süngerine batırılır. Özenle yapıştırılır. Küçük kardeşle gidilmişse postaneye “yurt içi” yazan kutunun deliğine atma görevi  ona verilir. Küçük kardeş; büyük bir ciddiyetle zarfı o deliğe atarken çok büyük iş yapmanın keyfine varır, abla da birlikte bir başarıya imza atmanın gururuyla elinden tutar kardeşinin eve dönülür. Yanıt beklenir. Postacı yolu gözlenir. Gelen mektupların zarflarındaki pullar özenle çıkarılır. Parmak değmeden pul albümüne takılır. Pul koleksiyonu veya kart koleksiyonu olmayan genç olmaz. Aynı puldan olanlar değişik olanla takas yapar… Pul albümü ve pul maşası satın alınır ki işin ciddiyeti bu malzemelerle kanıtlanır.

Eskiden gazetelerin “mektup arkadaşı köşesi” vardı. Oradan mektup arkadaşı edinilirdi. Yabancı dil gelişimi için yurtdışından arkadaş bulurduk. Babadan abiden gizli, dünyanın bir ucunda yaşayan gence ortaokul İngilizcesiyle ne yazardık, O ne anlardı artık bilinmez ama ne heyecandı…

Türkçe derslerimizde “nasıl mektup yazılır?” dersi vardı. Başka okullara mektup yazar, şehrimizi tanıtırdık. O okullardan yanıt gelmesi sınıfta unutulmayacak güzel duygular yaşatırdı.

Geleceğimizi haber verdiğimiz mektuplar yazdığımız, ama bizden sonra gelen, kendi mektubumuzu kendimizin aldığı yavaş haberleşme aracıydı bu beyaz zarflar… Şimdiki internet ve telefon hızının asla karşılaştırılamayacağı… Ama onun heyecan ve verdiği yazma, okuma keyfini de hiç bir hızlı, gelişmiş haberleşmenin yakalanamayacağı. “Mrb, n’aber, tşk…” gibi kısaltmaların olmadığı. İmla kurallarının uygulandığı. Tükenmez kalemin bile ayıp sayılıp, illa dolmakalemle yazıldığı. Yanlışların üzerinin çizilmesinin bile yasak olduğu ve tekrar bir kağıt alınıp, yeniden yazılmak üzere; altına cetvelle çizgileri koyulaştırılmış çizgili kağıt konulan kaymasın diye köşesinden tutturulan, çizgisiz bembeyaz kağıtlara tertemiz, özenle yazılan birer sanat eseriydi onlar…

Merak mı ettiniz gençler? Annenizin sakladığı mektupları göstermesini rica edin… Gördüğünüzde; bu gün her şeyin ne kadar basitleştiğini ve ucuzladığını da göreceksiniz.

Eğer babanızın bir dolmakalemi varsa, haydi sevdiğiniz birisine bir mektup yazın ve O’nu çok sevindirin. Yanıtını beklerken de duyduğunuz merak ve heyecan ödülünüz olacak inanın!

YORUMLAR

  1. Burcu dedi ki:

    Hayatımızın en özel anılarındandı mektup. Hatırlatıp duygulandirdiginiz için teşekkürler Saliha Hanım.

  2. derya dedi ki:

    anılarımızı hatırlattınız. teşekkürler Saliha hanım.