Son Sokak
Misafir gelmek istedi bize, ta yurt dışından, bir akrabam.
Zahmet buyurma bulurum, tarif et yeter.
Çok kalaydır, üç nokta söyledim, sonuncusu ev.
Bulmuş evi, kimseye sorup sormadan.
Sabah erken kalktık, işi icabı, saat beşe az kala ya da beş.
Kaldırımda orta yaşlı, şapkalı, sigaralı ve çalımlı bir kadın.
Yanında tay gibi üç it, elinde yular toplu.
Hayret bir şey! Bu çoban da ne böyle, burası değilmi Anadolu?
Gözlerime inanamıyorum!!!
Sokak çocukların değil miydi? Yoksa sokak çocuklarının mı?
Köşede, yağmurda devrilen ağacın altında ezilen araç.
Sahipsiz, her yandan ışıklı, ama karanlık bu sokak.
Karar vermişler, bu sokak barlar sokağı imiş.
İki adım arasına onlarca bar birbirine girmiş.
Önümde, endamı yerinde genç bir bacı.
Biraz yürüdü, saptı bir bara, içim yandı acı acı.
Köşeyi dönünce boş bir dükkân.
Bir gün birisi açıyor, olmadı, ertesi gün başka biri.
Çaprazında bir başkası, tam yedi yıldır boş.
Köşede gardiyan AVM’ler, yanında kafeler loş.
Bu yaz arka balkonda yatamadım.
Limon ağaçlı, iki katlı evlerden birini daha yıktılar.
Yerine yedi katlı akıllı bina diktiler.
Çalınan deniz rüzgârım ve zavallı martılar.
Oturduğum, Luna parkı yıkılan bir son sokak.
Gafil! Çevir başını, kaya mezar taşına bir bak.
Dikkat et! Rakamı değil, ismi var.
Üstünde Zübeyde Hanım’ın örtünmüş resmi var.
Mustafa Yumuşak